Tam da demlenirken bir yalnızlık saatinde, çıkagelmişsin... Hep beklemişim seni hep bugünün hayali dönmüş kafamın içinde, özlem denen şeyin etrafında bir yerlerdesin...
Yürekten bir
selamlaşma hali; kolları boşluğa akan bin yılın acısı var göğsümde, öyle
sarılmalı ki, şimdi bu kapıdan geri dönmek istesen bin yıl daha yetmeli bu
azık...
Sarılmak, bütün
hasretlere uygulanmış bir tampon gibi... Şimdi seni nasıl bırakırım... O
kadar beklemişken, hasretinden, çocukluğundan, kanayan dizlerinden,
çocukluğunun kokusundan, bütün kırılganlıklarından öpmeden nasıl
bırakırım... Ellerinde daha dün oynadığın çamurun izleri var... Tırnak diplerin
hala kirli... Ellerin hala şefkate muhtaç haller içerisinde... Sırtımı kavrayan
ellerin yorgun, parmakların bir hasretin nöbetçisi gibi gezinir durur aynı
yerlerde...
Gel demeye lüzum
olmaz bazen. İçeri buyur etmene gerek var mıdır sevgiyi... Adımlar odadan odaya
taşır bizi. Hasretin bin yıllık yolu var aramızda, sözler kifayetsiz. Kalp
kaynayan bir kazan, içinde hasret son kıvamını alıyor. Sızıyor demlenenler, kalp
bütün vücutla hesapsız bir denklik içinde. Akıl suallere boş boş bakıyor, sözler ne yapacağını bilmez bir halde...
Tek bir yastığa
öylece uzansak... Hasretin bin yıllık kokusunu çeksek içimize oksijen niyetine.
Başka bir alemin sonsuzluğuna akıp gitsek, ne bilen ne gören olmasa...
Ellerin...
Ellerin
başka bir tenin kıyameti olabilir mi? Sen sarıldıkça kaybolduğum bir
hayat var burada. Zaman içine çekiyor bizi. Duramadığı bir saniye yüzünden
halinden şikayetçi... Zaman bizi daha çok sevmek istiyor ama elinden bir şey
gelmiyor... Biteceğini bildiğin sarılmaların özlemi sel oluyor gözlerinde...
Çöle düşen yağmur gibi muhtaç tenimden içeri sızıyorsun. Sularında, senin gözlerinde ve senin gözyaşlarında kaybolamadığım bir dünya var burada -gidemiyorum - gidemiyorsun...
Nefesin değiyor
enseme daha çok sarılıyorsun. Gölgeler var duvarda iç içe. Ayrılırlar
korkusuyla kıpırdayamıyorsun. Bari onlar kalsınlar bu soğuk duvarın rutubeti
arasında. Balık pulu olmuş duvarlara işleyemeden sıcaklığımız kayboluyor gece.
Gündüz bin yıllık yalnızlığa tekrar selam duruyor. Al diyor, gündüz senin
mutluğunun diyeti olsun. Özlemlere savuştura savuştura kullan bu aydınlığı...
Yalnızlığından
öptüğüm sevgilinin elleri ellerimden ayrılmıyor. Ter içinde kalmış avuç
içlerimiz... Siz ayrılın, bizi rahat bırakın! Biz bin yıllık hasretin en çok canı
acıyanlarıyız... Bizi terk edin ama beraber bırakın...
~S'özde Yazar~
Bu yorum bir blog yöneticisi tarafından silindi.
YanıtlaSilBu yorum yazar tarafından silindi.
Sil